Meseleler ve Çözümler 1⚓︎
Bilgi
Sağ tarafta bulunan içindekiler bölümünden istediğiniz ilgili başlığa gidebilirsiniz.
Önsöz⚓︎
Bismillahirrahmanirrahim.
Alemlerin rabbi olan Allahu Teala'ya hamd Rasulüne salat ve selam olsun.
Daha önceki senelerde "Tercüman el-Kuran"1 isimli aylık dergimizde bize sorulan sorular ve onlara verilen cevaplar "Resailü Mesail = Mektuplar ve Sorular" adı altında yayınlanırdı. Şimdi onları herkesin istifadesine sunmak için bir araya toplayarak kitap halinde yayınlıyoruz. Halkın öteden beri zihnini meşgul eden çeşitli ilmi, siyasi, içtimai, ekonomik ve dini sorulara okuyucular tatmin edici kesin, kati cevaplar bulacaklar.
Bunların bazıları; önemi geçmiş gibi gözükse de önemini korumaktadır ve tarihi bir yönü vardır. Bununla birlikte onlar arasında öyle temel konular vardır ki herhangi bir zaman bir Müslüman onlarla karşı karşıya gelebilir.
Okuyucu, bu eserdeki konuyu Tercüman el-Kur'an 'da yayınlandığı tarihteki gibi kelimesi kelimesinen akledildiğini zannetmesin. Ben bu meseleleri bir sırada ile düzenlerken yer yer ifadelerde gerekli düzeltmeleri açıklamaları yaptığım gibi, bazı yerlerde de ilavelerde bulundum.
Ebu'l Ala Mevdudi H. 11 Rebiul Evvel 1370 M. 20 Aralık 1950
1. Hz. Musa ve İsrailoğulları⚓︎
Soru:
Siz Siyasi Buhran2 adlı kitabınızın 95. sayfasında şöyle diyorsunuz: "Birincisi, bütün insanlar, Allah'ın hakimiyeti ile O'nun yüksek iktidarını kabul etmeye ve O'nun göndermiş olduğu yasaları kendilerine hayat tarzı olarak benimsemeye davet edilmelidirler. Bu davet (esaslar bakımından) umûmi olmalı ve özellikle davetle doğrudan ilgisi olmayan hususlar söz konusu edilmemelidir."
Acaba Hz. Musa'nın (a.s), kavmini Tevhide davet etmesi yanında, İsrailoğulları'nın esaretten kurtarılmasını da istemesi, Tevhid'e davet ile ilgisi olmayan bir husus değil midir? Siz, devamla yine şöyle yazıyorsunuz: "İkincisi; Cemaatin, bu davayı canım dişine takıp anlayarak sırtlayacak, kulluk ve itaati sırf Allah için yapacak kimselerden oluşturulması gerekir."
Acaba İsrailoğulları'nın tümü belirttiğiniz kimselerden mi oluşuyordu? Acaba onların kulluk ve itaati tam olarak yaptıkları, amellerinden mi anlaşılıyordu? Acaba Firavun boğulmadan önce, İsrailoğulları içerisinde Hz. Musa'nın getirdiği dini inkâr eden hiç kimse yok muydu? Eğer var idiyse inkarcılıklarının sebebi neydi?
Kur'an-ı Kerim'de, İsrailoğulları'na mensup bilen-bilmeyen herkesin, müşrik güçlerin baskısı altında hayat sürmelerine rağmen hep beraber ve topluca iman ettiklerine dair bir çalışma ve gayret içinde oldukları görülmemektedir. Yahudilerin Hz. İsa'ya (a.s) yaptıkları gibi, o dönemde İsrailoğulları'na mensup bazı kimseler hükümet gücünü harekete geçirerek, Hz. Musa'ya (a.s) karşı da aynı şeyi yapabilirlerdi.
İsrailoğulları içerisinden bazı kimseler eğer Hz. Musa'nın getirdiği dini inkâr etmişlerse, onlar da Firavun ile boğuldular mı? Boğulmadılar mı?
"Ben senin, 'İsrailoğulları içerisinde ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın' diyeceğinden korktum (da onun için idare yoluna gittim)."3
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Harun'a (a.s) ait olan bu ifadeler ne anlama gelmektedir? Hz. Harun'un (a.s) böyle söylemesine rağmen Hz. İsa (a.s), İsrailoğulları'na hitaben: "Ben barış değil, fakat kılıç getirmeye geldim." Diyebiliyordu.4
Cevap:
Hz. Musa'nın (a.s) kıssası Kur'an-ı Kerim'in çeşitli surelerinde zikredilmektedir. Öncelikle Kur'an-ı Kerimin son bölümündeki Mekki surelerde Hz. Musa'nın, Firavunu Allah'a kulluğu kabul etmeye davet ettiğini bildiren ayetlere rastlıyoruz. Örneğin, Nâziât Suresi'nde: "Firavuna git. Çünkü o azdı. De ki: Arınmağa gönlün varmı? Sana Rabbinin yolunu göstereyim de O'ndan kork." 5 diye buyrulmaktadır. Bu ayetlerde İsrailoğulları'nın kurtuluşuyla ilgili olarak herhangi bir husus söz konusu edilmemektedir. İsrailoğulları'nın kurtuluşu sonraki Mekki surelerde anlatılmaktadır.
Bundan, Hz. Musa'nın (a.s) nübüvvet makamına seçilmesinin iki amacı olduğu anlaşılıyor: Birincisi, Firavun ve kavmini İslâm'a davet etmek. İkincisi, Bu daveti kabul etmedikleri takdirde, Hz. İbrahim (a.s) zamanından beri müslüman olarak kalmış ve Hz. Yusuf’tan (a.s) sonraki 4-5 asırlık bir zaman içerisinde de kafirlerin hakimiyeti altına girmiş bulunan müslümanları, kafirlerin tasallutundan kurtarmak için çaba sarfetmek.
Hz. Musa (a.s) önce ilk hedefini gerçekleştirmek için çalıştı ve ikincisini gerçekleştirmeyi daha sonraya bıraktı. İkinci maksadı birincisinden ayrı düşünmek için hiçbir sebep göremiyorum. Her nebinin görevinin ikinci merhalesi, mutlaka, iman ehlini kendi davetini kabul etmeyen insanların tasallutundan kurtarmaya çalışmaktır.
"Acaba İsrailoğulları'nın tümü, Hz. Musa'nın (a.s) getirdiği dini kabul etmiş miydi?" diye sormanızdan, sizin büyük bir ihtimalle İsrailoğulları'nı kafir olduklarına inandığınız ve Hz. Musa'nın (a.s) belki de onları İslâm'a ilk davet eden kimse olduğu fikrine sahip olduğunuz anlaşılıyor. Oysa gerçekte durum bu değildi.
İsrailoğulları peygamberlerin çocuklarından başkaları değildirler. Onlar Hz. İbrahim (a.s), Hz. İshak (a.s) ve Hz. Yakub'un (a.s) varisiydiler. Hz. Yusuf da onların büyüklerindendi. Hz. Musa'dan önce, onların son peygamberi olan Hz. Yusuf un (a.s) üzerinden daha henüz 4-5 asır bile geçmemişti. Bu süre zarfinda onlar ne kafir oldular, ne onları küfürden İslâm'a çağırmak gibi bir mesele oldu ve ne de içlerinden herhangi biri Hz. Musa'nın davetini inkâr etti. Ama ne varki onların hiçbiri Hz. Musa'nın (a.s) önderliğinde, güçlü Firavun ve kavmine karşı çatışmaya cüret edemiyordu. Bazılarında işte böyle bir zaaf da vardı. Bu yüzden gençlerin büyük bir bölümü, Hz. Musa (a.s) önderliğinde İslâmi hareketi her ne pahasına olursa olsun yürütmeye hazır olsalar da, yaşlılar ve düşkünler Hz. Musa'ya (a.s) destek olmayı, dünya menfaatlerini ve rahatlarını yok eder zannediyorlardı.
Nitekim Kuran-ı Kerim'e baktığımızda bu durum tüm açıklığıyla gözlerimizin önüne serilmektedir. 6 Kur'an-ı Kerim'de bu zayıf itikadlı müslümanlardan herhangi birisinin bizzat Firavun'a destek olup Hz. Musaya (a.s) muhalefet ettiğine dair hiçbir emareye rastlamıyoruz. Aksine Kur'an ve İncil'in mütalaasından Hz. Musa'nın (a.s), İsrailoğullarının herkesçe kabul edilmiş lideri olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Dahası, Hz. Musa (a.s) İsraloğulları'nı Mısır'dan alıp çıkardığı zaman geride onlardan hiç kimse kalmamıştı.
Hz. İsa (a.s) zamanındaki İsrailoğulları'nın durumunu, Hz. Musa'nın çağdaşı olan İsrailoğulları'nın durumuyla mukayese etmek doğru değildir. Eğer o zaman onlar, Hz.İsa (a.s) zamanındaki gibi aşırı bir ahlakî düşüklük içerisinde olsalardı, Allah Teâlâ onları kendi dini için seçmezdi. Hz. Harun'un (a.s), Hz. Musa'ya (a.s) söylemiş olduğu sözlerin hakikati ise şudur: İsrailoğulları'nın asıl önderi ve cemaat düzeninin asıl sorumlusu Hz. Musa (a.s) idi. Hz. Harun (a.s) ise O'na yardımcılık yapıyordu.7
Hz. Harun (a.s), Hz. Musa'nın (a.s) yokluğunda asıl sorumlu şahsın siyasetine muhalif bir işin kendi eliyle olmasını istemediğinden, fevkalade öneme sahip herhangi bir muamelede, neticeye götüren bir girişimde bulunmaktan korkuyordu. Bu yüzden de Hz. Musa (a.s) O'nun mazeretini kabul etmiştir.
Hz. İsa'nın (a.s) naklettiğiniz sözüne gelince, bu tamamen başka bir durumla alakalıdır. O durumda yahudilerin İslamî cemaat düzeni gibi bir düzenleri yoktu ki biz Hz. İsa'nın (a.s) sözlerine, O'nun bu cemaat düzenini bozmakla onları tehdit ettiği manasını verebilelim. Bunun aksine Hz. Harun'un (a.s) önünde mükemmel bir İslamî cemaat düzeni vardı. Bu nedenle O, kendisinden cemaat düzenini allak bullak edecek bir iş sadır olmaması için oldukça fazla ihtiyat göstermişti.8
2. Arapça Kur'an-ı Kerime arap Olmayanlar Neden İman Etti?⚓︎
Soru:
"Biz, her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik ki (emrolundukları şeyleri) açıklasınlar"9
ayetini okuyunca, bizim ve atalarımızın dili Arapça olmadığı halde ve Kur'an da Arapça olduğuna göre, niçin Hz. Peygamber'e (s.a.v) ittiba ile mükellef olduğumuzu düşündüm!
Cevap:
Siz büyük ihtimalle: "Her kavim sadece kendi diliyle yapılan davete ittiba ile mükellef olmalı. Başka bir dille gelmiş davet hak ve Allah (c.c) tarafından indirilmiş olsa da, tercümeler, tefsirler, şerhler ve pratik örneklerle size kadar ulaşmış bulunsa da, ona uymanın vacip olmaması gerekir. Çünkü o sizin kendi dilinizle gönderilmemiştir." demeye getiriyorsunuz.
Eğer sizin söylemek istediğiniz bu ise, bu sizin yukarıda zikredilen ayeti yanlış anlamanızdan başka birşey değildir. Ayetin asıl anlatmak istediği şudur: Allah Teâlâ herhangi bir kavme bir peygamber gönderdiği zaman -o peygamberin belli bir kavme mi, yoksa tüm insanlığa mı gönderilmiş olduğu bir yana- herşeyden önce o kavme ancak kendi diliyle hitap etmiştir ki indirilenleri güzel bir şekilde anlasınlar ve onlara, "Yarimin dili Türkçe ama ben Türkçe bilmiyorum" 10 (1) diye bir bahane fırsatı verilmiş olmasın.
-
- Zeban-i yâr-i men Türkî ve men Türkî nemîdânem, Çe hûşbûde eğer bûde zebaneş der dehânem.
- Yarimin dili Türkçedir ve ben Türkçe bilmiyorum, Eğer yarimin dilini bilseydim ne güzel olurdu.
Bu ayetin mânâsı, eğer bir kavmin iman ehli, başka bir kavme ilâhî öğretiyi anlaşılacak bir yolla ulaştırsa bile, o kavim sırf kendi nebileri Allah'ın Kitabı'nı doğrudan kendi dillerinde getirmedi diye onu reddetmekte mazurdurlar demek de değildir.
Böyle birşey ne bu ayette söylenmektedir, ne de ayetin lafızlarından böyle bir netice çıkarılabilir. Kuran öğretisi bir kişiye kendi ana diliyle oldukça açık hır biçimde ulaştıktan sonra, ona iman etmemiş olmasını hangi mazeret makul gösterebilir.
Soru:
Bir Sih (1)dosta okuması için bir takım kitaplar verilmişti. Ancak o, kitapları mütalaa ederken şöyle bir itirazda bulundu: "Siz Allah'ın peygamberlerle konuştuğunu ve O'nun bu has kulları vasıtasıyla insanlığa evrensel bir hayat nizamı gönderdiğini iddia ediyorsunuz. O halde böylesine önemli bir nizam niçin belli bir toprak parçası ürerinde konuşulan bir dille sunulmuştur?
- Merak edenler için : TDV İslam Ansiklopedisinde Sih Dini
Kâdir-i Mutlak denilen bu Tanrı neden evrensel bir dil yapıp da onun sözlerinden herkesin aynı seviyede istifade etmesini sağlamamıştır? Bu bakımdan Arapça olan Kur'an-ı Kerim sadece Araplar için faydalıdır."
Cevap:
Bu itirazı yapan Sih dostunuz düşünme gücünü biraz daha kımıldatıp zorlasaydı, daha ileri gidip "Allah (c.c) Kur'an'ı her insana bir nüsha şeklinde neden doğrudan göndermedi? Kâdir-i Mutlak olduğuna göre bunu da yapabilirdi." diye bir soru da sorabilirdi.11
Gerçekte bu tür insanlar Allah Teâlâ'nın, insanların hidayeti için dünyanın yaradılışına uygun olarak işleyen düzeni değiştirmeye zaruret hissetirecek yolları seçmediğini anlamak istemiyorlar. Konuşulan dillerin farklılığı sebebiyle insanoğlunun büyüklü küçüklü halkalar oluşturması, Allah Teâlâ'nın isteğiyle vücuda gelmiş olan ve kendisinde Allah Teâlâ'nın zayi etmek istemediği sayısız maslahatlar bulunan fıtrî bir hadisedir. O, Kâdir-i Mutlak olmakla birlikte Hâkim olandır da.
O'nun hükümranlığı değişmez yasalar üzerinde yürümektedir. İşte bu yasalara uygun olarak ulusların dillerinde ve âdetlerinde farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Eğer Allah Teâlâ tarafından "Esperanto," gibi bir dil yaratılsaydı bile, bu dil, ne kavimlerin ana dili olabilir, ne bu dilin edebiyatından kalpler etkilenebilir ve ne de halk bu dilin edebî inceliklerini hissedebilirdi. Bu, ancak Allah Teâlâ'nın kavimlerin ana dillerini ntrat dışı yollarla yok etmesi ve yine fıtrat dışı yollarla, bu esperantavâri dili zorla kavimlerin dili yapması ile mümkün olurdu. Çünkü Allah Teâlâ'nın bir işi, diğer bir işini yok etmek için değildir. Bu yüzden Allah Teâlâ, insan dillerinin eski fıtrî nizamım koruyarak insanların hidayet ve irşad işini gerçekleştirmiştir.
"Kur'an-ı Kerim sadece Araplar içir. faydalıdır." şeklindeki itiraz, Allah Teâlâ'nın sadece Kur'an-ı Kerim'i indirmesi durumunda geçerli olabilirdi. Ama şu bir gerçektir ki Allah (c.c), Kitabı'yla birlikte bir önder de göndermiştir. Bu önder öncelikle Kitab'ın kendi dillerinde indirildiği kavmi muhatab almış ve bu kavme eğitim öğretim nefis terbiyesi ve mükemmel bir sosyal inkılâb vasıtasıyla Kitab'ın amacına uygun bir şekil vermiştir. Daha sonra Allah Teâlâ bu kavmi, Nebi'nin yardımcısı sıfatıyla dünyadaki diğer kavimleri muhatab alıp, eğitim- öğretim, nefis terbiyesi ve mükemmel bir sosyal inkılâb vasıtasıyla -O Nebi kendilerine nasıl şekil verdiyse- onların da diğer kavimleri şekillendirmeleri için görevlendirmiştir. Yine aynı şekilde, bu mesajı kabul edenler çoğaldıkça, onların da diğer kavimlere aynı mesajı götürmeleri isteniyordu. Bu, daveti yaygınlaştırmanın fıtrî yolu idi ve dünyada hangi hareket evrensel bir daveti yüklenmiş ise -ilahî bir davet olsun veya olmasın- doğal olarak bu yolu seçmiştir.
"Herhangi bir kitabın sadece yazılmış olduğu dili konuşan kavme faydalı olduğu" tezini bir esas olarak kabul edersek, o zaman dünyadaki ilmî tarihin yanlış olduğunu da kabul etmemiz lazım gelecektir. Dahası insanoğlunun meydana getirmiş olduğu kültürel eserleri de dillerinden dolayı kavimlerle sınırlamamız gerekecektir. Sonunda tercümenin ve uluslararası diğer tüm evrensel iletişim araçlarının faydasını inkâr etmek durumunda kalacağız. Oysa bu gibi araçların gücü sayesinde koca koca hareketlerin daveti, büyük inkılaba şahsiyetlerin mesajları, dünyanın bir köşesinden öbürüne yayılıp durmuştur. O halde bu durum, sadece Hz. Muhammed'in (s.a.v.) sunduğu Kitaba has bir kusur mudur ki sırf Arapça olduğu için Araplarla sınırlandırılıp onlara mahsus edilsin?
Eğer herhangi bir şahıs bütün bunlardan sonra tatmin olmayıp, Allah Teâlâ'nın illa da kendi istediği gibi yapması gerektiği fikrinde aynı şekilde ısrar ederse, kendi görüşünde diretme seçeneğine sahiptir. Ancak bu taktirde, "Eğer bir şa his bu gibi sorularla önüne bir duvar örerek bir kitap ve mesajdan istifade etmek istemezse bu kimin zararına olacaktır?" sorusu gündeme gelmektedir. Böyle bir davranış hak ve hakikate talip olanların davranışı değildir. Gerçeğin peşinde olanlar doğruluğun aydınlığı nerededir, nerede bulunur diye bölge bölge araştırıp gezen kimselerdir. Eğer bir insan dünyadaki her kitap, her mesaj ve her öğretiye karşı kalbinin ve kafasının kapılarını herhangi bir şekilde kapalı tutarsa, artık o hayatın doğru yolunda bir adım bile atamaz.12
3. Peygamberlerin, Peygamberlik Öncesi Düşünce Tavırları⚓︎
Soru:
Siz Tefhim'ul-Kur'an'da En'am Sûresi'nin 9. rükün ile ilgili bir açıklama notunda şöyle diyorsunuz.: "Hz. İbrahim (a.s), (yıldız, ay ve güneş için) bu benim Rabbimdir."13 demekle şirke düşmüş değildir. Çünkü hakkın arayıcısının kendi arayışı yolunda sefer ederken arada bir, bir çok makamda düşünme ve tefekkür için takıldığı noktalar değil, asıl ilerlemekte olduğu hedef itibara alınır. 14
Sorumuz şu: Eğer nübüvvet vehbî (Allah'ın doğrudan ihsanı) olsaydı, Hz. İbrahim (a.s) normal insanlar gibi Tanrı'nın ilah olup olmadığı meselesinde şüphe etmez veya araştırma zarureti duymazdı. Eğer peygamberler diğer insanlar gibi zihnî araştırmalarla, mantık ve felsefe yoluyla Allah'ın uluhiyetini idrak etmiş iseler, nübüvvet kesbî (sonradan kazanılma) olur ve bir nebî ile bir filozofun gerçeğe ulaşması arasında herhangi bir fark kalmaz!
Cevap:
Nübüvvet'in vehbî olması meselesi yeterince kavranılmadığından dolayı bu sorunun ortaya çıktığı anlaşılıyor. Yine aynı şekilde ilâhî ayetin kılavuzluğunda hakkı aramakla, filozofça fikir yürütmeler eş anlamlı zannedilmiş ve doğal olarak bu da, soru soranın meseleyi yanlış anlamasına sebep olmuş!
Kur'an-ı Kerim, peygamberlerin (a.s) vahiy gelmeden önce sahip olduğu ilim nev'inin, diğer insanların sahip olduğu ilimden hiç bir şekilde farklı olmadığını bildiriyor. Vahiy inmeden önce onlar diğer insanlardan farklı bir ilim kaynağına sahip değillerdi. Şöyle ki: Kur'an'da: "Sen kitab nedir, iman nedir bilmezdin"15 yine aynı şekilde: "Seni şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?" 16 buyurulmaktadır. Bununla birlikte Kur'an yine bize, peygamberlerin nübüvvetten önce diğer insanların da sahip olduğu ilim ve marifetin genel kaynakları vasıtasıyla, gayba iman menzillerinden geçmiş olduklarını bildiriyor. Vahyin gelmesiyle yaptığı şey, sadece önceden onların kalplerinin şahadet ettiği hakikatlerin gerçekten hak olduğunu daha kati ve yakîn bir şekilde kendilerine göstermek oluyor. Peygamberlere vazifelerini tam bir güven içerisinde yerine getirebilmeleri için gerçeklerin açık müşahedesi yaptırılıyordu. Bu konu Hûd Suresi'nde tekrar tekrar beyan edilmiştir. Nitekim İlk Nebî (a.s) ile ilgili olarak: "Rabbinden gelmiş (aklî ve fıtrî hidayet üzerine) açık bir delile dayanan ve kendisini Rabbinden bir şahidin izlediği (Kur'an), ayrıca kendisinden önce, bir önder ve bir rahmet olarak Musa'nın kitabı (elinde) bulunan kimse (inkarcılar gibi) mi dir?"17 buyurulmaktadır. Bundan sonra aynı mânâ, Hz. Nuh'un (a.s) diliyle ifade edilmektedir.
"(Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (doğruluğumu tasdik eden) açık bir delil üzere isem ve O bana katından bir rahmet (Vahy ve nübüvvet) vermiş de siz onu göremiyorsanız (buna ne dersiniz?) Siz onu istemediğiniz halde biz sizi, ona zarlayacak mıyız?" 18 Aynı mânâyı 63. ayette Hz. Salih (a.s) ve 88. ayette Hz. Şuayb (a.s) tekrarlamaktadır. Bundan, vahiy vasıtasıyla hakikatten doğrudan ilim hasıl etmeden önce, peygamberlerin gözlem ve tefekkürün fıtrî kabiliyetlerini doğru yolla kullanarak (yukarıdaki ayetlerde "Rabbimden bir beyyine" olarak tabir edilen) Tevhid ve öldükten sonra dirilmenin hakikatlerine kadar ulaştıkları açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Onların bu olgunluğa erişmeleri vehbî değil, kesbî olmaktadır. Bu merhaleden sonra Allah Teâlâ onlara ilim ve vahiy bağışlamakta ve bu bağış kesbî değil, vehbî olmaktadır.
Varlıkların bu tarzda gözlemlenmesi, tefekkürü, umûmi aklın kullanılması; filozofların kullandığı mantık yürütmelerden ve tahminlerde bulunmalarından tamamiyle farklı bir şeydir. Bu, tamamen Kur'an-ı Kerim'in her insanı hazırlamaya çalıştığı ve ona sık sık gözlerim açıp Allah'ın kudretinin izlerini görmesini ve bundan doğru bir netice çıkarmasım öğütlediği bir durumdur. Soruyu soran şahıs eğer sorusunda şüphe ettiği ayetin tefsiriyle ilgili bölümün öncesi ile sonrasını okursa, orada da sözün amacının ilâhî ayetleri gözlemlemek konusunda mutaassıp olmayan hak arayıcısının hakikate nasıl ulaştığının anlatılmaya çalışıldığını görecektir.19
4. Peygamberlerin Günahsız Oluşu⚓︎
Soru:
Peygamberlerin masum olduğu bilinen bir husustur. Ancak Hz. Adem ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerim: "Bu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz."20 gibi lafızlarla açık clarak O'nun (a.s) günah işlediğini ve itaatsizlik ettiğini anlatmaktadır. Bu konudaki araştırmalarınızdan bizi de müstefid eder misiniz?
Cevap:
Peygamberlerin masum olması demek, melekler gibi kendilerinden hata imkanının kaldırılmış olması demek değildir. Aksine masumluğun asıl mânâsı; nebinin öncelikle bilerek itaatsizlik yapmadığı ve eğer herhangi bir hataya düşerse Allah Teâlâ'nın onun bu hata üzerinde sabit kalmasına müsaade etmediğidir.
Yine, Hz. Adem'den (a.s) sadır olan o itaatsizliğin kendisinin nübüvvet makamıyîa şereflenmesinden önceki bir hadise olması ve herhangi bir nebinin nübüvvetten önceki ismetinin, nübüvvetten sonraki ismeti gibi olmadığı meselesi de burada zikre şayandır.
Nebî olmadan önce Hz. Musa'dan (a.s) da bir insanı öldürmek gibi oldukça büyük bir günah, sadır olmuştu. Nitekim Firavun O'nu yaptığı bu işten dolayı kınayınca O, pişmanlık içinde "Onu yaptığım zaman ben cahillerdendim." diyerek bunu ikrar edecektir. 21
Kısaca asıl olarak nebinin masumiyetinin meleklerinki gibi hata, yanlış ve günah işleme kudretinin bile verilmediği bir masumiyet olmadığını anlamalısınız. Aksine onu şu şekilde anlamamız lazım: Allah Teâlâ bir nebiyi, nübüvvetin sorumluluk taşıyan makamıyla şereflendirdikten sonra özel bir şekilde gözetim ve korumaya almakta, hatalardan sakındırmakta ve eğer ufak tefek herhangi bir ayak kayması (zelle) olursa onun hatasının bütün bir ümmetin dalâletine sebep olmaması için, onu vahiy yoluyla hemen düzeltmektedir.22
Peygamberliğin Son Bulması⚓︎
Peygamberlerin Gayb Alemi Hakkında Bilgiler⚓︎
Ateizm (Dehrilik), Materyalizm Ve Kuran⚓︎
Lehu Ma Selef' İbaresinin Yorumu⚓︎
Alimlere Ve Salihlere Tabi Olma Meselesi⚓︎
Kuran, Hadis Ve Bilimsel Gerçekler⚓︎
Deccal Hadisinin Tahkiki⚓︎
Bahane Bulmak İçin Rivayetlerden Destek Aramak⚓︎
Mehdinin Alâmetleri Ve Dindeki Yeri⚓︎
Mehdi Meselesi⚓︎
Hilafet İçin Kureyşlilik Şartının Aranması⚓︎
Hz. Alinin Hilafete Adaylığı Meselesi⚓︎
Bazı Hadislere İtirazlar Ve Cevapları⚓︎
Ahlâki Açıdan Ayıp Sayılan Konulardaki Hadisler⚓︎
Bilime ve Akla Aykırı Hadisler⚓︎
Peygamberlere Saygısızlık İfade Eden Hadisler⚓︎
Adalete Aykırı Hadisler⚓︎
Çeşitli Konular⚓︎
Gücü Yettiği Halde Oruç Tutmayanlar Fidye Verebilir Mi?⚓︎
Hadisi İnkâr Edenlerin Bir İtirazı Daha⚓︎
Balığın Kesilmeden Helal Olmasının Delili⚓︎
Mürtedin Öldürülmesi Meselesine Bir İtiraz⚓︎
Sihrin Gerçeği Ve Muavvezeteyn Surelerinin Sebebi Nüzulü⚓︎
Hadisin Bazı Hükümlerini Kuranı Kerime Aykırı Görme Yanlışlığı⚓︎
Kuranda Hırsızlığın Cezası⚓︎
Kur'an'da Zinanın Cezası⚓︎
Tefhimul Kuranla İlgili Sorular⚓︎
Tefsir Ve Fıkıh İle İlgili Bazı Meseleler⚓︎
Kader Meselesi⚓︎
İnsanın "Fıtrat" Üzere Doğmasının Anlamı⚓︎
Mukattaa Harfleri (Hurüf-U Mukattaa)⚓︎
Kur'an'da Nesh⚓︎
Ev, At Ve Kadında Uğursuzluk Var Mı?⚓︎
Müeccel (Süreli) Olmayan Mehrin Hükmü⚓︎
Ateşli Silahla Yapılan Helal Veya Haram Olması Meselesi⚓︎
Küfür Ve Fısk Düzenlerinde Geçim Sorunu⚓︎
Rüşvet Ve Hıyaneti Helal Etme Bahanesi⚓︎
Rüşvet Ve Hıyanetle İlgili Birkaç Mesele Daha⚓︎
İslâm Nezdinde Avukatlık⚓︎
Alimlik Görüntüsü Altındaki Cehalet⚓︎
Haram Kazanç Sahibi İle Ekonomik İlişkilerin Sınırları⚓︎
Ebeveynin Mal Varlığı Ve Kazancından İstifade⚓︎
Yavuz Hırsız Ev Sahibini Bastırır⚓︎
Emanet, Borç Alma, Sıla-İ Rahim⚓︎
Zenginliğin Zekat Nisabı⚓︎
Dar'ul Küfürde Faiz Yeme (Alma)⚓︎
Mahrem Olmayan Yakın Dostlara Karşı Hicab⚓︎
Hicabla İlgili Bazı Pratik Sorular⚓︎
Örf Ve Âdetlerin Şeriatın Yerini Alması⚓︎
Kılık-Kıyafet Ve Dış Görünüş Meselesi⚓︎
Sakalla İlgili Bir Soru⚓︎
Sakalın Ölçüsü Meselesi⚓︎
Fotoğraf Meselesi⚓︎
Abdesti Bozan Şeyler⚓︎
Aletler Aracılığıyla Çocuk Sahibi Olmak Ya Da Tüp Bebek Meselesi⚓︎
Aletlerle İmamlık⚓︎
İslâm Ve Mûsikî Aletleri (Enstrümanlar)⚓︎
Zorunlu Bir Mazeretle Allah'tan Başkasına İtaat⚓︎
Allah'ın Huzurunda Dua Ederken Ellerin Kaldırılması⚓︎
Dayanılmaz Hastalıkları Ölümle Tedavi⚓︎
Yolculukta Namazın Kısaltılması⚓︎
Hindistan'da İnekleri Kurban Etme Meselesi⚓︎
Zorla Engelleme Durumunda Mubahların Vacib Olması⚓︎
Nefis Tezkiyesinin Hakikati⚓︎
Alkollü İlaçların Kullanımı⚓︎
Mihraceye Gıyabında Saygı Duruşunda Bulunmak⚓︎
Hikmete Dayanmayan Tebliğ⚓︎
Zekatın Özü Ve Usulüne İlişkin Bükümler⚓︎
Zekatın Nisabı Ve Oranları Değişebilir Mi?⚓︎
Şirket Hisselerinde Zekat Konusu⚓︎
Mudarebe (Kâr-Zarar Ortaklığı) Durumunda Zekat⚓︎
Dâr'ul İslâm Ve Dârul Küfr Müslümanları Arasında Miras Ve Nikah (Evlenme) İlişkileri⚓︎
Sözkonusu Mesele Üzerinde Mevlânâ Zafer Ahmed Osman İle Mektuplaşmalar⚓︎
Mevlânâ Zafer Ahmed'in Mektubu⚓︎
Mevlânâ Zafer Ahmed'in İkinci Mektubu⚓︎
Yetişkin Bir Kız Kendi Arzusuyla Kendisini Nikahlayabilir Mi?⚓︎
Evlenme Konusunda Küfüv (Denklik) Meselesi⚓︎
Takas Yoluyla Nikah⚓︎
Nişanlanmanın Seri Hükmü⚓︎
Şeriatın Mastürbasyonla İlgili Hükmü⚓︎
Peçe(L) Takmakla Tesettürün Gayesi Gerçekleşiyor Mu?⚓︎
Kadın Ve Hac Yolculuğu⚓︎
Mirasta Aynı Anadan Doğma Üvey Kardeşlerin Payı⚓︎
Dede Yetimi Erkek Torunun Mirastan Mahrum Kalması⚓︎
Ramazanda Teravih Namazı Nasıl Kılınmalı?⚓︎
Duada Din Büyüklerini Vesile Yapmak⚓︎
Kısas Ve Diyet⚓︎
Yanlışlıkla Öldürme Ve İlgili Hükümler⚓︎
Rüşvet Verme Mecburiyeti⚓︎
Dârul Küfrde Yaşayan Müslümanların Problemleri⚓︎
Kutuplara Yakın Bölgelerde Namaz Ve Oruç Vakitleri⚓︎
İngiltere'de Bir Müslüman Öğrencinin Karşılaştığı Problemler⚓︎
Ehveni Şerri Tercih Etmede İsâm'ın Ölçüsü⚓︎
Otopsi, Göğüs Açılması Ve "Kalb" Kelimesinin Kurandaki Anlamı⚓︎
Otopsi Ve Çeşitli Tıbbî Konular⚓︎
Alkolün Çeşitli Dereceleri Ve Kullanım Biçimleri Hakkında Hükümler⚓︎
Haramı Helal Yapma Hilesi⚓︎
İslâm Ve Sinema Sanatı⚓︎
Adak Adamak Ve Sevabını Bağışlamak⚓︎
İslama Göre Saç Uzatma Ve Traş Şekillerinin Hükmü⚓︎
İslâm'a Göre Kiracı İle Ev Sahibi Arasındaki Hukuk⚓︎
İhtiyaç İçin Avlanmakla Avlanarak Eğlenmek Arasındaki Fark⚓︎
İslâm Hukukunun Kaynağı İctihad Ve Yorum⚓︎
Resmî Fiyat Ayarlamaları Üzerine Birkaç Soru⚓︎
Resmi Fiyat Ayarlamaları İle İlgili Bir Başka Soru⚓︎
Satış Vergisi⚓︎
Ev Kiraları Üzerine Karaborsacılık⚓︎
İslâmî Prensiplere Uygun Bankacılığa Dair Bir Tasarı⚓︎
İş Hayatında İslâmî Ahlâk Prensiplerine Uyulması⚓︎
Ticaretle İlgili Bazı Meseleler⚓︎
Resmî Fiyatlarla Satın Alıp Karaborsa Fiyatına Satmak⚓︎
Peşin Ödemeye Ayrı Veresiyeye Ayrı Fiyat⚓︎
Vergiden Mal Kaçırmak⚓︎
Komisyonculuğun Bazı Caiz Olmayan Yolları⚓︎
Toprak Ağalığının İğrençlikleri⚓︎
Oyuncağın Hükmü⚓︎
İlanlarda Kullanılan Resimler⚓︎
Ticarette Örfün Yeri⚓︎
Kamu Mülkiyeti⚓︎
Bir Toprak Ağasının Kendi Rızasıyla Yaptığı Reformlar⚓︎
Faiz Ve İcar Arasındaki Fark⚓︎
İslâm'ın Arazi Hukuku Konusunda Birkaç Soru⚓︎
Sözde Şeriatın Hükümlerini İsteyenler⚓︎
İş Hayatına Dair Birkaç Mesele⚓︎
Açık Artırma Ve Komisyon⚓︎
İşçi Ve Memur Hakları⚓︎
İslâmi Devlette Zımmî Vatandaşlar⚓︎
Zımmîler Konusunda Daha Geniş Bir Açıklama⚓︎
Müslim Lig'le İhtilafın Keyfiyeti⚓︎
Pakistan! Kurma İsteği⚓︎
Cemaati İslâmî Ve Şube Serhatte (Sevir Eyaleti) Referandum⚓︎
İlâhî Devletle Papalığın Temel Farkı⚓︎
Bâtıla Dayalı Devletlerde Millet Meclisine Müslümanların Girmesi Meselesi⚓︎
Dini Görüş Açısından İslâmdışı Meclislerde Üyelik Ve Memurluk⚓︎
Barışçı İnkılap Yolu⚓︎
Ülke Düzeni Ve Güvenliğin Korunması⚓︎
Gayri İslâmi Bir Hükümet Aracılığıyla Zekat Toplamak⚓︎
-
Mevdudi'nin fikirlerini açıkladığı ve hala yayınlanan dergi. ↩
-
Siyasi Buhran": "Hint Müslümanları ve Siyasi Buhran" isimli kitab. (Çev.) ↩
-
Tâhâ: 20/94. ↩
-
Burada ne kastedilmek istendiğinin daha iyi anlaşılabilmesi için, Hz. İsa'nın bu sözlerinin devamına da bakmak gerekmektedir: "Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın. Ben barış değil, fakat kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğulla babasının, kızla arasının ve gelinle kaynanasının arasını açmaya geldim, insanın düşmanları kendi ev halkı olacaktır." (Matta İncili, Bölüm: 10, Ayet: 34-36. Daha farklı lafızlarla aynı bolüm için bk. Luka incili, Bölüm: 12, Ayet: 51-53) ↩
-
Ayet: 17-19 ↩
-
Kitapta daha ileriki sayfalarda da karşılaşılacak olan "Rükû" kelimesi, Kur'an-ı Kerim'de sureler içindeki bölümlerin bittiğini gösteren "Ayn" duraklarına verilen isimdir. Örneğin,Bkz.A'raf Sûresi;15. Rükû, Yunus Sûresi; 9.Rükû ↩
-
Bundan sadece Kur'an-ı Kerim'de zikri Firavun ve Haman'la birlikte geçen Karun istisnadır. (Mümin Sûresi; 3.Rükû) Ama eğer İncil'in bildirdiğine ıtimad edilirse onun da netice olarak münafıkça bir yol izlediği kanısına varılabilir. Çünkü, Hz. Musa (a.s) aleyhine İncil'in zikrettiği fitnesi, Mısır'dan çıktıktan sonraki hikayedir. (Mevdudi) ↩
-
Tercüman'ul-Kur'an, Recep-Şaban, 1362/Temmuz-Ağustos, 1943 ↩
-
İbrahim: 14/4. ↩
-
Farsça'da oldukça fazla kullanılan bu deyim, sevgi olmasına rağmen anlaşamamayı ifade etmektedir. "Zeban-i yâr-i men Türkî ve men Türkî nemîdânem" ↩
-
Bu itiraz, aynı önceki devirlerde kafir ve müşriklerin, "Nebi eğer doğru ise neden hayatını daha rahat geçirip davetini daha güzel bir şekilde yayabileceği koca koca hazinelere sahip değil" veya "Nebi neden insandır ve neden insanî zaruret ve zaaflara sahiptir. Nebi'nin melek olması ve olağanüstü güçlere davetini yayması lazım" dedikleri cinsten bir itirazdır. ↩
-
Tercüman'ul Kur'an, Recep-Şevval,1364/Temmuz-Ekim, 1944 ↩
-
En'âm: 6/76, 77, 78. ↩
-
Bkz. Tefhim'ul-Kur'an, En'am Suresi, Açıklama Notu:53,1/496-497. (İnsan Yayınları, İstanbul) ↩
-
Şura: 26/52. ↩
-
Duha: 93/7. ↩
-
Hûd: 11/17. ↩
-
Hûd: 11/28. ↩
-
Tercüman ul-Kur'an, 25. Cilt, Sayı: 1.2,3.4 ↩
-
Bakara: 2/35. ↩
-
Üstad Mevdudî, Hz. Musa'nın (a.s) bir Kıptî'yi öldürmüş olmasını, burada; "Oldukça büyük bir günah" olarak tavsif ediyorsa da, bu hadiseyi "Tefhim'ul-Kur'an" adlı tefsirinde daha geniş ve yanlış bir anlama sebep olmayacak bir şekilde izah etmektedir. Nitekim tefsirinde bu olay ile ilgili olarak; "Bu bilerek (amden) öldürme değil, kazaen olmuş (hataen) bir öldürmedir." demektedir. (Tefhim ul-Kur'an, Şuara Suresi, Açıklama-Notu:16 IV/17). ↩
-
Tercüman ul-Kur'an, Recep-Şevval, 1363/Temmuz-Ekim, 1944 ↩